‘İstanbul İçin Son Çağrı’, yerli sinemada tehir!
9 mins read

‘İstanbul İçin Son Çağrı’, yerli sinemada tehir!

*Spoiler içermektedir.

Beren Saat ile Kıvanç Tatlıtuğ, ekranlardaki en romantik ve uyumlu çift olarak anılmasına vesile olan ‘Aşk-ı Memnu’dan yıllar sonra bu kez bir Netflix filminde buluştular. New York’ta başlayıp İstanbul’a uzanan film, çiftin aurasına hizmet ederken Serin ile Mehmet’in bir gecelik kaçamağını konu alıyor. Filmin yönetmeni Gönenç Uyanık, senaryoda ise Nuran Evren Şit imzası var.

‘BÜYÜLÜ’ BİR ŞEHİR KAYIP BİR BAVUL

Filmi değerlendirmeden önce konusunu kısaca aktaralım. Hikaye New York Havalimanı’nda açılır. Mehmet (Kıvanç Tatlıtuğ), bavulu bir başka yolcunun bavulu ile karışan Serin’e (Beren Saat) yardım etmek ister ve kimin tarafından götürüldüğünü söyler. Birlikte bavulun peşine düşen ikili evvela Chinatown’da bir dükkana ardından bir otele giderler. Serin bavulunu karıştıran yolcuya ulaşsa da bu kişinin ancak ertesi gün otele gelebileceğini öğrenir. Bunun üzerine otelde kalmaya karar verir. Mehmet’in de otelde kalmasıyla bir gecelik bir maceraya atılırlar. Otel barında başlayan eğlence New York sokaklarında ve çeşitli mekanlarda sürerek bazen gerilimli bazen keyifli duygusal bir tura dönüşür.

SÜRPRİZ, SÜRPRİZ BOZAN… BİL BAKALIM BİZ KİMİZ!

“İstanbul için Son Çağrı”yı yazarken spoiler vermemek hayli güç. Filmin sonundaki şaşırtmacayı anmadığımız takdirde öyküye dair sağlıklı yorum yapamayacağımızdan izlemeyenler için tat kaçıracak bilgiler de paylaşacağız. Doğrusu söze de bu paylaşma zaruretinden girebiliriz. Seyirciyi yanıltmayı, şaşırtmayı hedefleyen bir film twistinden bağımsız bir şeyler söyleyemiyor, kendini açamıyorsa kurgusu zayıftır ve sürprizi tatminkar değildir. “İstanbul İçin Son Çağrı” da meselenin özünün kavrandığı ikinci yarıya kadar alternatif atmosferini yaratamıyor yani esas öykü çıkarıldığında elimizde kalanı cazip kılmıyor. Filmde romantik kaçamak öyküsü derinleşmezken boşanma aşamasındaki bir çiftin ilişkilerini düzeltmek amacıyla giriştikleri oyun fikri de seyirciye geçmiyor. Dahası çiftin aslında birbirini tanıdıkları ve evli olabilecekleri şüphesi belki otel barı sahnesinden itibaren uyanıyor seyircide. Sürprizini yeterince saklayamayan sunduğu oyunu ise oldukça zayıf sunan bir filmle karşı karşıya kalıyoruz.

Gönenç Uyanık’ın filminde iki arada bir derede kalınmasının sebebi sürprizin “geliyorum” demesi ve her duygunun etiketlenmesi. New York’ta çekilen romantik filme türün klişeleri ve turistik ögeler yüklenmiş. Havaalanında tanışan ve bir gecelik kaçamağa doğru ilerleyen filmde ilişkiler üzerine köşeli konuşan, aldatmak gibi önemli meseleleri tartışmaya açan Serin ve Mehmet New York’ta geçirecekleri ilk günden rahatlıkla vazgeçebiliyorlar. Karakterlerin kendilerini “tanıtmak” yerine çabucak role girmeleri fakat buna rağmen eski tartışmaları sürdürüyor görüntüsü vermeleri buluşmanın tesadüf olma ihtimalini düşürüyor. Diğer bir deyişle büyü bozuluyor ve romantik komedideki rastlantı faktörü darbe alıyor. Türün bu en temel dayanağı örselenip yerine konan sürpriz olay örgüsü de inandırıcı olmayınca “İstanbul İçin Son Çağrı” serbest düşüşe geçiyor.

NEW YORK-İSTANBUL: ÇAĞRILAR VE KÜLTÜREL ŞOKLAR

“İstanbul İçin Son Çağrı”, bir New York filmi mi? Büyük ölçüde bu şehirde geçiyor ve kültürel arka planı mümkün mertebe aktararak atmosferden yararlanmaya çalışıyor ancak İstanbul’dan izler de taşıyor. Sürprizle oyunun çatışmasına benzer bir ikilik de bu cephede yaşanmakta. Film, New York filmi olmayı amaçlamış hatta bu sebeple şehrin dokusuna yönelik ezberler kullanılmış. Bir sahnede karşıdan karşıya geçen Serin’in bu sokakları yıllardır tanıyor gibi hissettiğini söylemesi yine otelin terasından şehre bakılan sahnede bir zamanların Parliament Sinema Kulübü’nün anılması, filmde New York’un İstanbul’dan bakıldığı biçimiyle işlendiğinin göstergesi… Bu şehre hayran bakış ise kaçamak gecesinde bir öykünüşün ve deşarjın habercisi gibi. Serin’in sahte orgazm yarışmasına katılıp kraliçe seçilmesi işi için şehre taşınma isteğinden fazlasına, Amerikan hayalinin kalbine, özgürlük ortamına yerleşme arzusuna işaret… Bu sahte orgazm İstanbul’daki sahte mutluluğun dışavurumu… Orta üst sınıf beyaz yakalı kesimin bu kalabalık ve kaotik şehirde lüks alım gücünün düştüğü, sosyal ilişkilerinin doğrudan müdahaleye uğramada da baskılandığı bir yaşam sürdüğünü tahmin edebiliriz… Dolayısıyla bu tası tarağı toplayıp gitme isteğini hem beyin göçünün yansıması hem de şehre yenilmişliğin neticesi olarak yorumlamak mümkün…

ROMANTİK TİCARİ SİNEMA VE SINIFSAL KAYGILAR

Romantik gişe filmlerinde ve artık dijital platformlar hikayelerinde yaz dizileri etkisini bariz bir şekilde görmeye başladık. Esas kız-esas oğlan denklemine dayalı yaz dizilerindeki “zengin patron” figürü romantik anlatılarımıza hakimiyet kurdu ve aşkın iyi şartlarda mesela güzel mekanlarda, eğlenceli iş yerlerinde konforlu bir çizgide aktarılması adet haline geldi. Bu durum dağları delen (devrimci) aşıklar yerine pürüzler kaldırıp küçük düzenlemelerle sonuca giden (reformist) aşıkları öne çıkardı. Çileler yerini tatlı kaygılara, keskin sonuçlar ise ufak tefek değişikliklere bıraktı. Haliyle romantik film dizilerin çatışmalarında sarsıcı ve inandırıcı bir düzlem tercih edilmiyor; anlaşmazlıklara, geçmiş yaraların izlerine ağırlık veriliyor. “İstanbul İçin Son Çağrı” da iyi koşullarda, orta sınıf alışkanlıklarda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir çiftin boşanma evresini konu alırken kırılmayı küçük fedakârlıklar vasıtasıyla tarif ediyor. Tabii bu durum seyirciye hoş gelse de çatışmanın etkisini kırıyor. Woody Allen değilseniz bu sınıfın dertleri üzerinden ilgi çekici bir öykü anlatmanız zor!

OYUNCULUKLAR ÜZERİNE

“İstanbul İçin Son Çağrı”nın yapılma nedeni Bihter ile Behlül’ün yarım kalmış aşklarını hatırlatmak, bir yangının külünü yeniden yakıp geçmekti muhtemelen. Seyirci ikiliyi birbirine yakıştırıyordu. Kaldı ki romantik filmlerde cinsellik geri planda kaldığından, karakterler bir nevi haleler donandığından ten uyumundan ziyade ekran uyumuna bakılıyor. “Bu ikisini neden ayırıyorsun?” diyebilirsiniz. Ayrılması bir bakıma isabet olur zira ekran uyumu daha plastik bir uyum ve kadrajı arzu edilen duyguyla kabaca doldurmakla ilgili fakat ten uyumu tüm bir iletişimi, jest ve mimiklerin, hitabı kapsamakta. Ten uyumunda oyunculuğun da öne çıkması anlamlı… Kıvanç Tatlıtuğ kendini oyunculukta geliştirdi. Özgüveni yerinde. Yakışıklı temiz yüzlü görüntüsünü aşarak performansını derinleştirdi. Aynı şeyi Beren Saat için söyleyebilir miyiz? Saat Aşk-ı Memnu’da Tatlıtuğ’dan daha iyiydi ama orada kalmış sanki.

Film özelinde değerlendirirsek karakterlerin oyun içinde oyunu becerip beceremediklerine bakmalı. Saat büründüğü sahte kimliği ve hareketlerini üstlendiği bedeni iyice abartınca oyun içinde oyunun sınırlarını aşmış… Taklit taklidi geçerek aslına dönmüş, geriye zayıf bir oyunculuk bırakmış. Hele araya serpiştirdiği İngilizce replikler çok çiğ… Tatlıtuğ’un karakteri ise oyun içinde oyuna müsait değil. Sahte kimliğine uyum sağlayamadığını salt senaryo gereği değil beklenen performans itibarıyla da ortaya koyuyor. Hatta Tatlıtuğ için doğru kelime “çaresizlik” bile olabilir!

**

“İstanbul İçin Son Çağrı”, Beren Saat ile Kıvanç Tatlıtuğ’un kimyasını kâra dönüştürmek maksadıyla çekilmiş bir film. New York tercihi ise filmdeki atmosferi kültürel çatışmalar vesilesiyle derinleştirmeye dönük. Ancak özensiz diyaloglar, birbirine bağlanamayan sahneler yüzünden bunun başarılamadığını, Saat-Tatlıtuğ buluşmasının filmi kurtarmadığını görüyoruz. Nihayetinde Prime Video filmi “Bihter” gibi “İstanbul İçin Son Çağrı” da sinemacılarımızın potansiyellerini dijital platformlarda hoyratça harcadığına ve güzel günlere yolculuğun sürekli ertelendiğine işaret.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir